İlk hava alanından girdiğimde eşim oğlum ve torunlarım karşıladılar beni öyle özlemişler ki öyle sıkı sıkı sarıldım ki küçük kızıma minik torunuma bedenimden birer parçalarımdı benim.
İlk eve adımımı attığımda kardeşimdi yanıma gelen sarıldığı Hakanımdı Nurdan’ım dı Alihsan’ımdı öyle özlemişlerdi ki amcalarını onlar bana ben onlara sarıldık, sarıldık konuştuk, konuştukça hasret giderdik.
Ardından sımsıcak sesiyle kız kardeşim aradı üç harfti hepsi “abi “canım kardeşim o geldi anne gibi kardeş gibi can gibi sarıldık birbirimize özlemek güzeldi hasret gidermek güzeldi. Güzel yeğenlerim Defne ve Efnan birde Biloları var, o bile özlemiş beni onların belki iki dayıları vardı ama benim ancak bir tek “O”nlarım vardı dayı diye çağıran.
Ardından babamla buluştuk ailemizin kalan tek çınar ağacıydı .
Bir hafta çabucak geçti düğünümüz yapıldı halaylar çekildi eğlencenin doruğuna ulaşıldı.
Benim için Almanya’nın en önemli boyutlarından bir diğeri de anne yarısı teyzem ve onun çocuklarıydı onlarla hep bir can gibiyizdir.
Üzüldüler üzüldük, sevinçlerinde de yanlarında oldum hep can olduk aramızdan ne kadar kara kedi sürüleri geçti ise de bizi kimse ayıramadı birbirimize daha çok kenetlendik.
Evlendiler; eşleri oldu, çocukları oldu. Kızları oldu, oğulları oldu… Onlarda sevdiler Osman dayılarını amcalarını, acılarda ağladık sevinçlerde güldük.
Bunları yazar iken bir an daldım bir yanımda canım bir elimde makinem önümde yol, yürüdüğüm yerlerde diz boyu sonbahar yaprakları… İşte kaleme alınmıyor bazı duygular.
Klavyede bu duyguları anlatacak karakter yok, hiçbir ikon fayda vermiyor güzel günleri anlatmaya.
Hele konuşurken üç kelime Türkçe, beş kelime Almanca ama en sonunda “nayn” unutmuyorum Nidamı, canım kızımı. Evinin hanımı, mutfağın kraliçesi. Unutamıyorum Edamı sıcacık bakışlarını, gülen güzel gözleri, metal kaplı dişlerini canım kızım.
Doğduğunda afacandı, haşarıydı ne yerde ne dalda dururdu yaramazlık da zirvede idi ama şimdi efendilik de uzman olmuş annesinin de mahallenin de gözbebeği Kamer’i unutmuyorum.
Bir sabah bizi uykumuzdan eden minicik gözleriyle dünyaya ışık saçan, ilk doğduğunda kulağına ezanı okuduğum Kübra’m… Hep duygulandım onu gördüğümde. O günden bu güne yıllar geçti kos koca hanım bir kız oldu ilk kez dayı ve amca karışımı “damca” sıfatı kazandım, canım meleğim anlatılmaz ki bakışları, sıcak anne gibi gözleri güzel ceddim gibi canım kısım unutamıyorum.
Hep girişimci oldu Almanya’da, en çok işyeri kurma unvanı aldı çok güzel başladı ama o yufka yüreği herkesi kendi gibi görmesi her seferinde tökezletti onu güzel başladı ama hüsranla bitti yılmadı yıprandı bıkmadı başaracağım dedi başarıları istediği gibi olmasa da çok şeyi başardı canım Bahattin’inim. Kilo vermek için bir sürü çaba sarf ediyor sanki sporla besleniyor mübarek, unutur muyum canımı.
Babasının küçük kızı daha küçücük yaşta evlendi iki evladını Türkiyede bırakıp çalışmak için Almanya’nın yolunu tuttu. Kadın başı ile Almanya da o kadar çok şey başardı, önce eşini ardından çocuklarını aldı yanına, güzel bir anne oldu ama o kadar çalışmayı seviyordu ki emeklilik yaşını bile geçeli yılar oldu yılmadı. Yıpranmadı da hala içinde o babasının küçük kızı var unutmuyorum sabahleyin erkenden gelmiş yattığım odanın kapısının önüne müzik aynen şu “çay demledim Osman aga” canım teyzem unutulur musun sen…
Her birinin adlarını yazsam sayfalara sığmaz kimim yok ki Türkiye’de tek biricik kızımla ben olunca tüm herkes de Almanya’da oluyor; Ayşe’m, Fatma’m, Semih’im, Berkay’ım, Taner’im… Anlatılmakla biter misiniz.
Her gurbetçi gibi uzun yıllar önce tatmıştık biz de gurbeti, 40 yıl önce bir yaz günü… Gittiğimizde orası gurbet, döndüm geldim şimdi ise burası… Büyük üstat Özdemir ASAF ın da dediği gibi; “Giderken Ora için, dönünce bura için…” Her ayrılık hazan olsa da her kavuşma yeni baştan yaşanılacak bir bahardır artık biz ve bizim gibiler için. Kalın sağlıcakla…