Kitabın Yazarı: Serhan ASKER (Alfa Yayınları, 80. Baskı-Nisan 2024, 160 Sayfa)
Serhan Asker’i Halk TV’deki “Görkemli Hatıralar” yayınından anımsarız. Yazarlığını ise tüm insanlığı yasa boğan 6 Şubat 2023’te saat 04.17’de olan büyük depremden sonra öğrenmiş olduk. Tüm aile büyükleri deprem bölgesinde yaşayan yazarın uyduğu sırada gelen telefon ve mesajları görmemesi ve sabah fark ettiğinde yaşadıkları ile kitap başlıyor. Bir insanın çaresizliğinin bu kadar açık anlatımı, kolay kolay bu kitap kadar bir arada bulunamaz!
(Not olarak ekleyeyim: Özellikle kısa tutmaya çalışmadım; zaten kitabın tamamını okumak isteyeceğinizden de eminim.)
“Gerisini dinlemedim, kapattım telefonu. Dopdolu gözlerle evin tavanına baktım. Gözümdeki yaşlar yanaklarımdan süzülüyordu. Tüm ailem İslâhiye ve Pazarcık’taydı. On dakika önce “Bir yakınım ölmüştür” diye düşünürken artık “Hepsi yaşama veda etmiştir” korkusuyla baş başa kaldım” diye son durumunu açıklayan yazar, karlı bir Ankara sabahında bir dostunun aracı ve şoförlüğüyle 10.55’te evden çıkarak İslâhiye’ye doğru yol çıkacaktır. Bölgeye yaklaştıkça deprem gerçeğini canlı olarak görür ve yaşar!
“Her enkazın başında farklı yakarışlar… Kimseler yok. Depremin üzerinden yirmi altı saat geçmiş, 40 bin nüfuslu kentin neredeyse tamamı yıkılmış ve yardım çığlıklarına cevap verecek bir Allah’ın kulu yok! (…) Yürüdükçe duyduğum enkaz altı sesleri ruhumu alt üst etti” diyerek sonunda ailesinin olduğu yere varacaktır.
“İnsanlar balık istifi halinde yerlerde battaniyelerin üstünde korkuyla bekliyordu. Yüzlerce insan. Tanıdığım birçok yüz vardı. Bir toplama kampı gibiydi. Ağlayanlar, düşüncelere dalanlar, yaşadıkları dehşet anlarını kafalarında hala bir yerlere oturtamayıp şaşkın bakışlarla etrafa bakanlar, oturduğu yerde uyuyanlar, ellerini göğsünde birleştirenler… Kıyameti görmüş insanlar… İçlerinden biri beni görünce uzandığı yerden “Serhan, oğlum, annen baban arkada. Sağ çıktı onlar da. Kardeşin de ailesi de iyi, merak etme” dedi. (…) Bu sözlerle dizlerimin üstüne düştüm. Dopdolu gözlerle dizlerimin üzerinde devam ettim. Ve onlarla göz göze geldim…”
Ortada yardım edecek kimseleri bulamayan, üç gün sonra biraz yardım alabilen kurtulan insanlar, aslında yıkıntılar arasında onlardan çığlıklarıyla yardım isteyen yakınlarını göz göre göre ve çoğunu da buz gibi soğuktan kaybederken acaba gerçekten kurtulmuşlar mıydı? Sosyal medya iletişimine ayar veren devlet ne yapmak istemişti? Enkaz altında kalanların mesajları uzun zaman sonra ancak belli birkaç TV kanalında örülmeye başladı. İnsan yüreğinin en zor sınavıydı bu çığlıklar…
Yazar, mezarlıkta yaşadığı bir olayı da anlatıyor; depreme verdiklerini “Abi baştaki annem, yanındaki babam, onların yanındaki de biriciğim, eşim” diyordu hıçkırıklar içinde; sürdürdü konuşmasını: “(Yazara az önce tutması için bir ceset torbası vermiştir) Kollarımızda tuttuklarımız da ikizlerim, kızlarım, yavrularım” diyordu. Çok şiddetli bir yağış ve soğuk altında bunları yan yana, ikizleri de annesinin sağına-soluna koyup gömerler. “Hakkını helal et abi” dedi ve sonra ayrıldı mezarlıktan. Bir süre öylece durdum. Mezarlıktan çıkarken kapısında bir elinde bir kol, diğer elinde bağırsaklarla gelen bir gence rastladım. Dayanamadım, sordum. “Babam, gömmeye geldim…”
Kitabın bundan sonrası çoğunu Halk TV’de de izlediğimiz depremden sağ çıkabilenlerin anılarından oluşuyor. Bire bir bu korkunç acıyı yaşamış, sağ kaldığına sevinmesi gereken ama gerek psikolojik yönden gerekse ekonomik yönden asla eski haline dönemeyecek kişilerin anlattıklarından oluşuyor.
“İsias Otel: Adıyaman’da bu otel dokuz saniyede yerle bir oldu… 2. Depremle de dümdüz oldu… 72 can hayattan koptu… 1991 yılında apartman olarak inşa edildiği ancak sonradan ruhsatsız kaçak kat eklendiği ve binanın inşaatında ise dere kumu kullanıldığının tespit edildiği hazırlanan iddianamelerde kayıtlara geçti.” Peki ne oldu? Ölen öldüğüyle kaldı, ortada sorumlu yok!
“Esra’nın ise tüm aramalara rağmen cansız bedenine ulaşılamadı. O günlerde baba Battal Bey’le konuştuğumda ağlayarak, “Yavrumu bana bulup versinler. Bugün beni emniyetten arıyorlar “buldunuz mu kızınızı?” diye. “Ben değil siz bulacaksınız” dedim.” Kafayı yiyeceğini söylüyordu Battal Bey. Haksız mıydı?”
“(Evlatlık olarak verildiği aile için) belki aramızda kan bağı yoktu ama biz gönül bağımızı 20 yıl ilmek ilmek işlemiştik. Üç kişi yaşadığımız o evden geriye bir tek ben kaldım. Bir de bana aldığınız çeyizlerden bir tabak parçası. Gerisi kül, yüreğim gibi. (…) Kızınız sizi hep anacak ve o enkazdan kim suçluysa, sonuna kadar, en ağır cezaları alana kadar savaşacak…”
“(Kaldıkları apartmanın altındaki markette kolonlar kesilmişti!) İlk üç gün yardım çığlıkları geldi. Ah bir vinç olsaydı! Ama bulunamamıştı. Nihayet Ankara’dan bin bir zorlukla getirildiğinde depremin beşinci gününe gelinmişti ama artık sesler duyulmuyordu. Gecikmeli gelen vinçle ne yazık ki üçünün de cansız bedenlerine ulaşıldı. Anne ve babası minik Kaan’a sarılmıştı.”
“25 Şubat’ta Kızılay’ın, başında Haluk Levent’in bulunduğu AHBAP’a 46 milyon liralık çadır sattığı ortaya çıktı. Deprem bölgesinde insanlar soğuktan donarken, Kızılay elindeki çadırları satmakla meşguldü.” Ne oldu? Durmak yok, aynı rezilliklere devam…
“(Depremin dördüncü günü, Hatay; sanatçı Orhan Aydın’ın kızı enkaz altındadır:) Bir askeri araç geldi, bir genç komutan yanaştı yanıma, “Sesini duyuyoruz ağabey, emir vermediler bize, verseler de elimizde kazma kürek bile yok, yalnızlığınıza ağlamaktan, isyan etmekten başka çarem yok, tüm Hatay böyle, sesin gelmediği enkaz yok” dedi.”
Ya depremdeki hırsızlar, talancılar? Bunlara insan denebilir mi? Hele de resmi görevlilerine? “Bölgeye yardım için gönderilen Çevik Kuvvet Müdürü Yadigar Işık depremzedelere gönderilen yardımları çalarken yakalanmıştı! Yine polisin şüphe üzerine durdurduğu bir araçta enkazdan çalındığı anlaşılan ziynet eşyası, döviz, elektronik cihazlar, cep telefonları ele geçirilecekti. Ve bunlar gibi onlarcası yakalanmıştı. Çoğu içimizde halen insanım diye gezebiliyor!
Kitabın sonunda resmi deprem raporu ve kitapta yer alan kişilerin fotoğrafları yer alıyor. Yaşananlardan ders alamayan, her şeyi kadercilikle çözeceğini sanan, bilimden uzak insanların defalarca yaşadığımız deprem sınavında da ne kadar yetersiz olduklarını binlerce canı göz göre göre toprağa vererek bir kez daha yaşadık. Üzerinden bir buçuk yıldan fazla zaman geçti, yasal olarak çözülen bir işlem yok gibi, olanlarda da halen kayırmacılık mide bulandırıyor!
Deprem günlerinde iz bırakanlar arasında Volkan Demirel ve birçok değerli insanımızı saygıyla anıyoruz. Onlar olmayan güçlerin yerini doldurmak için uğraştılar. O günleri bir kez daha anımsamak için bu kitabı okumanızı öneririm.
İyi okumalar dileği ile. (14.9.2024)