Öncelikle 19 Mayıs Atatürk’ü Anma ve Gençlik ve Spor Bayramımız kutlu olsun, ulu önder ve silah arkadaşlarının önünde saygıyla eğiliyorum. Yazıma gelince;
Milyarlarca yaşındaki dünyada tarihte bir nokta sayılmasa da insan ömründe çok uzun bir süre olan yirmi yılda böyle bir döneme denk gelmek, olsa olsa şanssız Bedevi gibi olmak mıdır? Hay bu şansa -affınıza sığınarak- tüküreyim!
Bu kendine özgü süreçte demokratik bir devlette olmaması gereken ne varsa yaşamak zorunda kaldık. Ne yasa kaldı ne hukuk… Ne hak kaldı ne adalet… Ama güya “özgürlük” diyerek insanların saygınlığının da bir parçası olan kıyafetlere el atıldı. Üstelik bu, kamuda çalışanlar kalkan edilerek yapıldı. Örneğin imam, camide görev gereği giydiği elbiselerini sokakta giymeye başladı. Bunu hızla cemaatler tarzlarına göre düzenlediği kıyafetlerle destekledi. Sokaklar, Laik Demokratik bir Hukuk Devleti olan bir ülkede değil de şeriatla yönetilen bir ülkede yaşandığını gösterir giysililerle dolduruldu.
Bunlar bana göre iki dayatmayla geldi. İlki; kişinin dış görünüşü ile bir tarafa aidiyet göstermesi istendi. Bir yargıcın, bir polisin, bir askerin cübbesinin ve şapkasının altına türban takması, karşıdan “ben falan siyasettenim” diye bağırmaktı aslında… İkincisi de kendilerini rahatça gizlemek adına kamu görevlilerinde takım elbise-kravat-saç-sakal tıraşının serbest bırakılmasıydı. Buna özgürlük adı altında dört elle sarılan arkadaşlarımız oldu. Kolaylarına da geldi, her gün tıraş olmak, kravat takmak, elbise giymek yerine bir kot, bir tişört, saç sakal serbest; oh ne güzeldi! Zaten kadınlar sembol sayılan türban ile bir ucunu deldikleri memurun saygınlığı böylece tamamen ortadan kalktı. Kendi kırpık bıyıklıları ve kirli sakallıları artık “özgürce” işe gelebilirdi. Gerçekten bu bir özgürlük müydü? Sivil yaşam ile kamu arasında bir fark olmamalı mıydı? Bu kimin işine yarayacaktı? Kimden miras kalmıştı? İşte sorun buradaydı.
Amacım kimsenin yaşam tarzına karışmak değil; ama özenilen şeyin kaynağı unutulmamalı. Hedef, insanların öncelikle “gözlerini alıştırmak” ve kalabalık içinde gizlenmeyi kolaylaştırmak, böylece tek tip insanların hızla çoğalıp kimin ne tarafta olduğunu anlaşılır hale getirmek değil miydi? Bizleri nelere alıştırmadılar ki, onlardan birine benzemekten utanmamaya alışmadık mı?
Bu kurala dört elle sarılmanın iki nedeni olabilir; ilki bunu özgürlük olarak görmek, ama aynı zamanda bir siyasetin amacına ulaşmasına yardımcı olduğunu görmezden gelmek… Diğeri de korku olmalı… Başta mobbing ve daha da üst kademelerden gelen talimatlar ile yandaş olmayanlar da baskıdan kurtulmak için onlara uymaya başlamadılar mı? Halkı ortadan bölüp “bizimkiler” ve “ötekiler” haline getirilmesine karşı çıkamayanlar aramızdalar… Ama şunu da unutmamalı; cemaat kafasıyla yetiştirilen kişiler birbirini kokusundan tanırlar! Kirli sakal kırpık bıyık ile sizdeniz deseniz de yemezler! Bir malzemenin aslı varken benzeri pek geçerli sayılmaz, unutmamalıyız.
Şimdi sizlere dostça bir çağrıda bulunacağım: Dostlar, etmeyin, eylemeyin, bakın zaten memuriyetin ne onuru kaldı ne saygınlığı… Bunların ülkemize yaptığı en büyük kötülüklerden biri de budur! Lütfen buna uymayalım, onların havuzuna su taşımayalım.
Hassas görevler olan subaylık, polislik, yargıçlık gibi meslekler ile özellikle öğretmenler, öğrencilerine kötü örnek olacak giyim, konuşma, davranış, sakal bıyık gibi sembolik görüntülerden kaçınmalıdırlar.
Halen anlamak istemeyenlere bir soru: herkes bildiği için bu örneği vereyim: Devrimci biri ülkücü tipi bıyık bırakır mı ya da tersi? E, o zaman? İlle de sakal bırakılacaksa sakal da amacına uygun olmalıdır! Kirli sakal üzeri kırpık bıyık, takım elbise ve kravat gibi garip bir tarz yaratıldı. Hoca ya da entel tipi sakal bıyık bırakırsınız, bu sizin zevkiniz. Ama “kirli sakal” ne anlama geliyor dostlar? Hadi sıhhatler olsun!
Not: “Şimdi böyle bir yazının sırası mı” diye soracak dostlara; geç bile kalındı! Bu tarzdaki kişilere içimden sevgiyle ve güvenle bakmak gelmiyor! İster ön yargı deyin ama durum budur!