Hayatta karşılaştığımız olayların çoğunu yanlışlık, tesadüf ya da talihsizlik olarak yorumlama eğilimindeyiz. Ancak derinlemesine düşündüğümüzde, aslında hiçbir şeyin “yanlışlıkla” yapılmadığını fark edebiliriz. Her adımımız, her kararımız; bilincimizde ya da bilinçaltımızda bir dizi değerlendirme ve seçimden doğar. Bu durum, göze almak ve gözden çıkarmak arasındaki ince çizgiyi anlamamızı gerektirir.
Bir işin yapılabilmesi, o işin sonucunda nelerin kazanılacağına ve nelerin kaybedileceğine dair bir kabullenişi beraberinde getirir. Başarılı bir kariyer, kişisel zamanın ve bazı özgürlüklerin feda edilmesi anlamına gelebilir. Bir ilişkide kalmak ya da bir ayrılığı seçmek, kendi içimizde göze aldıklarımızın ve vazgeçtiklerimizin bir yansımasıdır. Dolayısıyla, bir eylemin sonucunu tesadüfe bağlamak, aslında bu sürecin derinliğini ve kişisel sorumluluğumuzu göz ardı etmek olur.
Bu yaklaşımın bizi en çok zorladığı yer ise pişmanlıklarımızdır. “Keşke yapmasaydım” dediğimiz anların çoğunda, aslında bir şeyleri göze alarak ve bazı şeylerden vazgeçerek hareket etmişizdir. Ancak o anki değer yargılarımız, bilgilerimiz ve hislerimiz doğrultusunda en iyi kararı verdiğimizi hatırlamak önemlidir. Bu, hem kendimize hem de başkalarına karşı daha anlayışlı olmamızı sağlar.
Göze almak, cesaretin işaretidir. Gözden çıkarmak ise bir kabullenişin. Eğer bir şeye sahipseniz, bunun ardında bir tercih vardır. Sahip olmadığınız şeyler de yine sizin seçimlerinizin doğal bir sonucudur. Bu farkındalık, hayata daha bilinçli ve sorumluluk sahibi bir şekilde yaklaşmamızı sağlar. Çünkü yaşam, tesadüflerin değil, tercihlerin toplamıdır.
Sonuç olarak, kimsenin hiçbir şeyi yanlışlıkla yapmadığını kabul etmek; hayata, kendimize ve başkalarına karşı daha derin bir anlayış geliştirmek demektir. Belki de bu farkındalık, daha bilinçli seçimlerle dolu bir yaşam sürmenin anahtarıdır.