Yol kenarında rastladım ona. Ne bir tabela vardı önünde, ne de bir adres. Belki yüzlerce kişi geçtiği halde bakmamıştır bile. Ama ben durdum. Sanki göz ucuyla yakaladığım o manzara, bir anda bütün sesleri susturdu.
İki katlı, yorgun bir evdi bu. Eskiydi, yıkık döküktü. Çatısı eğilmiş, duvarları çatlamıştı. Zorla ayakta duruyordu; sanki biraz daha rüzgâr esse, yorgunluğuna yenik düşüp yere kapanacaktı. Bahçesi sahipsizdi. Otlar öylece uzayıp gitmiş, kendi haline bırakılmıştı. Ağaçlar meyve vermiyor, dalları yaşama değil, unutulmuşluğa uzanıyordu.
Bir evin sessizliği bu kadar derin olabilir mi? İçinden çoktan taşınılmış, ama hâlâ içinde bir şeyler kalmış gibiydi. Boş değildi bu yapı; duvarlarında, toprağında, hatta camlarının kırık kenarlarında bile bir hikâye vardı.
Ama beni asıl durduran o hikâyenin detayıydı. Kırık camların ardında, neredeyse görünmeyecek kadar solmuş bir perde…
Şimdi, bu perde herhangi bir perde değildi. Hazır dikilmiş, seri üretim bir kumaş parçası değil. Her bir ilmeği elde işlenmiş, el oyasıyla süslenmiş bir emekti. El emeği… O kadar sıradan bir kelime ki artık hayatımızda. Ama perdeyi görünce “emek” kelimesi içimde yeniden anlam kazandı.
Yıpranmıştı elbette. Renkleri solmuş, bazı yerleri sökülmüştü. Ama o kadar narin ve içliydi ki… Güneş vurdukça üzerinde işlenmiş oyaları seçebiliyordum. Uzakta duruyordum, ama her bir ilmek bana yaklaşıyordu sanki. Her biri birer anıydı, bir sessiz dua, bir dilek, belki bir gözyaşı.
Kim dokudu o perdeyi? Hangi kadın, hangi zaman, hangi umutla? Belki bir genç kızın çeyiziydi. Belki bir anne, kızına bırakacak hatıra olarak ördü onu. Ya da belki sadece bir oyalamaktı – bekleyişin, özlemin içinde zamanla yarışan ellerin sabrıydı.
O ev artık yaşamıyor belki. İnsan sesi duyulmuyor, ışık yanmıyor, kapı gıcırdamıyor. Ama perde hâlâ orada. Duvarda bir çiviye tutunmuş, camın ardında asılı. Sanki evin kalan son onuru, son hatırası. Her şey yıkılsa da, o perde “ben buradaydım” demeye devam ediyor.
Bu küçük ayrıntı bana şunu düşündürdü: Hayatta kalıcı olan nedir gerçekten? Büyük yapılar mı? Beton duvarlar mı? Hayır. Bazen bir evin bütün hikâyesini anlatan, sadece bir perdedir. Çünkü perde, yalnızca ışığı değil, hayatı da süzer. İçeride neler yaşandı, kimler geçti, neler beklenip nelerden vazgeçildi… Hepsi o dokunuşlarda saklıdır.
İnsan bazen kendini bir perdenin yıpranmışlığına benzetiyor. Yaşadıkça soluyor, bazı yerlerinden kopuyor, bazı desenleri siliniyor. Ama yine de duruyor orada. Rüzgârla savruluyor belki, ama düşmüyor. Çünkü bir zamanlar değer verilmiş, dokunulmuş, sevilmiş.
Bu yüzden uzun uzun baktım o perdeye. Belki bir başkası sadece “eski püskü bir ev” görecekti orada. Ama ben, ardındaki sessiz bir varoluşa tanıklık ettim.
Ve o gün anladım: Bazı hikâyeler yüksek sesle anlatılmaz. Bazı hikâyeler bir pencerenin arkasında, sessizce sallanan bir perdede saklıdır.
Yorumlar
Kalan Karakter: