Kilometrelerce koştum. Tozlu yolları, taşlı patikaları, inişli çıkışlı bayırları… Ayaklarımda zamanın yorgunluğu, yüreğimde görünmez bir sancı vardı. Kimse görmedi beni koşarken. Kimse duymadı nefes nefese kalışımı, içime içime çektiğim yorgunluğu. Çünkü insanlar genelde gidenin değil, duranındır farkında.
Ben bir ırmak gibi akarken kimse anlamadı içimdeki çağlayanı. Suskun bir sabır gibi aktım zamanın içinde. Her adımımda biraz daha eksildim, biraz daha derinleştim. Ama dışarıdan bakıldığında sadece “devam eden”dim. Güçlüydüm onlara göre. Çünkü yere yıkılmadım. Çünkü ağlamadım ortalık yerde. Çünkü susup sustum. Oysa içimde neler döküldü, kim bilir? Kimse bilmedi.
Ta ki durana kadar.
Durdum.
Bir anlığına sadece.
Bir bankta oturur gibi, bir soluklanma kadar. Ve işte o an başladı “görmeler”. “Ne kadar da yorulmuşsun,” dediler. “Bir derdin mi var?” diye sordular. Oysa ben o sorunun cevabını yıllardır sırtımda taşıyordum. Ama gözleri ancak şimdi açılmıştı. Çünkü insan, akan suyu değil, duran bir göleti fark eder. Çünkü yanan bir ormanı değil, kül olmuş bir ağacı anlar.
Koşarken, görünmez bir yük gibiyimdir çoğu göz için. Ama durduğumda birden ağırlığım çarpar bakışlara. O an fark ederler: “Meğer sen ne çok şey taşımışsın.”
Ama ben koşarken de ta o ilk adımda da oradaydım. Dermanımda değil, inancımda aradım gücü. Bir çiçeğin, bir gün güneşe kavuşacağına inancı gibiydi benimkisi. Umutla yürüdüm. Yoruldum, evet. Yandım, kabuk tuttum. Ama hep yürüdüm.
Ve şimdi, o yürüyüşümde bıraktığım izlere dönüp bakanlar var. Ayak izlerimle bezeli o yollar… Kumda, çamurda, karın üstünde yürümüşüm. Ne fark eder? Hepsi aynı yalnızlığın adıydı.
Ben hep oradaydım. Yola sadıktım. Kalbe sadıktım. Kimse görmese de, ben kendimi biliyordum. Ve bu, belki de en büyük şifaydı.
Ama yine de ilginçtir…
Beni ancak durduğumda gördüler.
Çünkü insanlar çoğu zaman, bir yıkımı sessizlikten tanır.
Ve ben, yıkılmadan sustum.
Yorumlar
Kalan Karakter: