Eskiden her şey daha mı güzeldi, yoksa bazı tatlar mı sadece hafızada yer ediyor? Bir sucuğun peşine düşen anılar, sadece damakta değil, insanın gönlünde de iz bırakıyor.
Güven Meselesi
Zor bir çağda yaşıyoruz. Kime güveneceğimizi şaşırdığımız günlerden geçiyoruz. Her şeyin sahtesi çıktı. Kalitesi olmayan ürünle kaliteli ürün arasında uçurumlar var. Hele ki piyasada yıllardır oturmuş markalar bile artık taklitleniyor. Bir bilya alacaksanız, herkes belli bir markayı önerir ama hemen onun Çin malı alternatifi de çıkar karşınıza. Eğer yaptığınız iş basitse, ucuz olanı seçersiniz. Ama hassas bir iş yapacaksanız, bilindik, güvenilir markadan şaşmazsınız.
Ancak konu gıda olunca, işin rengi değişir. Çünkü gıda insan sağlığıdır. İçine ne konulduğu belli olmayan, hatta kimi zaman domuz eti, at eti gibi insanı tedirgin eden şeyler katılan ürünler ekranlarda, gazetelerde sık sık karşımıza çıkıyor. Bir bilyayı değiştirirsiniz ama yediğiniz bir sucuğu beyninizden silemezsiniz.
1977’nin O Sucuğu
Bu yazıyı, çocukluğumda yediğim bir sucuğun tadını anlatabilmek için yazıyorum. Yıl 1977. Köyde yaşıyoruz. Et yılda bir kez soframıza gelir, sucuk ise sadece adını duyduğumuz, ne olduğunu tam bilmediğimiz bir yiyecek. Ben ve kardeşim Sinop İmam Hatip Lisesi'nde paralı yatılı okuyorduk. Orada Ramazan adında bir aşçımız vardı, mekanı cennet olsun.
Babam o dönem Almanya’da çalışıyor. Bir izin dönüşü, yakın arkadaşı (rahmetli) Hayrettin Acar, ona Almanya’ya götürmesi için birkaç kangal sucuk veriyor. Ama o yıllarda Almanya’ya sucuk götürmek yasak. Babam da sepeti bize emanet edip otobüse biniyor. Biz de elimizde birkaç kangal sucukla okula dönüyoruz.
Ramazan Aşçı’ya verdik, pişirdi. Tüm arkadaşlarla birlikte yedik. İlk kez sucuk yiyorduk ve herkes bayıldı. O günden beri o sucuğun tadını unutmadım. Adliye yanında küçük bir kasap dükkanı vardı, Acar Kasabı. Canımız sucuk istedikçe oradan alırdık.
Yıllar Sonra Aynı Tat
Yıllar geçti, biz esnaf olduk. Bir geleneğimiz vardı: Elektronik işiyle uğraşan birkaç arkadaş toplanır, Acar Kasabı’ndan sucuk alır, adaya çıkar, ateş yakar, pişirip yerdik. O sırada Ersin Plak’ın sahibi Celal Şahinkaya ile tanıştık. O da aynı yere gelmişti. Yanında yarım kilo çinekop ve bir şişesi vardı. Balığını bizimle paylaştı. O balığı ilk kez orada, b.klu kebabı gibi pişirip yedim. Biz onun balığını sevdik, o bizim sucuğumuzu.
Ama ne zaman o çocuklukta yediğim sucuk tadını aradıysam, bulamadım.
Dün akşam, hanım elinde kocaman bir kangal sucukla geldi. Önce şüphelendim: "Yine nereden, ne olduğu belli olmayan bir sucuk mu?" dedim. "Yok" dedi, "her zaman bildiğimiz, güvendiğimiz yer." Akşam köye giderken iki ekmek de aldım. Belki kalırız, yeriz dedik. Ve yedik.
İşte o an, yıllardır unuttuğum o tadı yeniden buldum. Gerçekten güzeldi.
Bir Kalite, Bir Dua
Kimseyi yersiz övmek ya da kimseyi açıkça karalamak istemem. Ama herkes ne iş yapıyorsa, en güzelini yapmalı. Bugün yaptığı şey basit bir üretim gibi görünebilir ama yıllar geçse bile, insanların gönlünde yer eder. Ve bazen, kim bilir, yaptığı tek bir kaliteli iş, bir iyilik, bir gönül kazanmak… Belki de insanı cennete götürecek bir adım olur.
Adları unutulsa da, mezar taşları silinse de, tek bir dua eden kalmasa da, o iyilikler unutulmaz.
Tüm geçmişlerimizin ruhu şad olsun.
Kalın sağlıcakla.
Yorumlar
Kalan Karakter: