Bazen birileri gelir hayatımıza, bir vitrin camının ardından sana bakar gibi…
Hayranlıkla süzer, kıymetini hisseder gibi yapar. Ama aslında içlerinden geçen tek şey şudur: “Bunu alabilir miyim?”
“Bu bana ait olabilir mi?”
Ama unuturlar… Pırlanta ne alınır ne ait olunur.
Pırlanta seçer.
Sen bir vitrin arkasında tek başına parlayan o ışıltılı taştın belki de.
Sonsuz karanlıkların altında oluşmuş, basınca, sabra ve zamana direnmiş bir mucize.
Ve biri geldi; gözlerinde iştah, kalbinde eksiklik…
Elini cebine attı, değerini ölçmeye kalktı. Etiketine baktı, seni anlamaya değil; sana sahip olmaya çalıştı.
Ama unuttuğu bir şey vardı:
Pırlanta, kimsenin sahip olabileceği bir şey değildir.
Layık olunması gerekir.
Gözle değil, yürekle görülmesi gerekir.
Sen de orada öylece parlıyordun. Kimseye boyun eğmeden, kimseye kendini anlatmak zorunda kalmadan.
Bir camın arkasında ama gururun alnında.
Ve o müşteri —evet müşteri, çünkü seni seven değil, satın almak isteyen biriydi— cebindeki yetersizliğiyle döndü gitti.
Sen bir gram değer kaybetmedin.
Ama o bir ton yetersizlikle çıktı o kapıdan.
Ve şimdi sen…
Hâlâ ordasın.
Vitrin değişmiş olabilir. Hayatın rengi solmuş gibi gelebilir bazen.
Ama içindeki ışık, sadece doğru gözlerle bakıldığında parlar.
Çünkü sen, herkesin anlayamayacağı kadar özelsin.
Herkesin taşıyamayacağı kadar ağır,
Herkesin göze alamayacağı kadar parlaksın.
Hayat böyledir işte…
Gelen olur, bakar, kıymet bilir gibi yapar, sonra gider.
Sen kendini suçlamaya kalkarsın. “Acaba yeterince ışıldamadım mı?” dersin.
Ama hayır.
Sorun senin parlaklığın değil, onların gözlerindeki körlüktür.
O yüzden bırak gitsinler.
Hem de tüm yetersizlikleriyle…
Kendi karanlıklarını, kendi eksik aynalarını, kendi hesap defterlerini de alıp gitsinler.
Sen o vitrinden çıkıp da bir kalbe yerleşeceksen, bu bir satın alma olmayacak.
Bu, bir seçilme olacak.
Bir kıymet bilme, bir emek verme, bir hak etme olacak.
Ve o gün geldiğinde…
Cam kırılacak.
Işığın yalnızca bir vitrine değil, bir ömre yetecek.
Ama o güne kadar, izin ver gitsinler.
Çünkü her gidiş, seni sana biraz daha yaklaştırır.
Ve unutma…
Bir pırlanta kendini asla değersiz hissetmez.
Ama ona layık olmayan herkes, onun önünden başı eğik geçer.
Gitsinler.
Sen hâlâ parlıyorsun.
Yorumlar
Kalan Karakter: