İnsan bazen, içi daraldığında, dünyadan kaçıp yeni bir kapının önüne varmak ister. Oysa unuttuğumuz bir şey vardır: Her kapının anahtarı, önce olduğumuz yerde gizlidir. Bir çiçeğin açması için güneşe değil, önce toprağa kök salmasına ihtiyaç duyduğu gibi; bizim de yol almadan önce durmaya, kalmaya, beklemeye ihtiyacımız vardır.
Sabırsız ruhumuz, henüz pişmemiş bir meyveyi dalından koparmaya benzer. Tadı acıdır, midede taş gibi oturur. Çünkü meyve, dalında yeterince kalmadan olgunlaşmaz. İnsan da kendi içinin dallarında yeterince kalmadan başka bir yere varamaz. Aceleyle çıkılan yolculuklar, rüzgârın savurduğu yaprak gibi yönsüz kalır.
Bazen bir acının içinde kalmak gerekir; çünkü acıyı görmezden gelerek başka bir huzura varılmaz. Bazen bir şehrin sokaklarında yeterince yürümek gerekir; çünkü sadece bir kez geçilen yer, bize ruhunu açmaz. Hatta bazen kendi kalbimizin en karanlık odasında biraz daha oturmak gerekir; çünkü ışığı görebilmek için önce o odanın karanlığını tanımak şarttır.
Deniz kıyısında dalgaların kıyıya vurup çekilmesini izlemek gibidir bu “kalma” meselesi. İlk dalga gelir, vurur, geri çekilir. İkinci dalga gelir, üçüncü gelir… Kıyının kumları ancak tekrar tekrar dalgaların altında kaldığında şekil alır. İnsan ruhu da böyledir. Yeterince kalmadan, defalarca dalganın gelip gitmesine izin vermeden şekillenmez.
Hayat, bize sürekli yeni yerler, yeni ihtimaller fısıldar. Fakat unutma: Bir ağacın gölgesi, yıllarını aynı toprakta vererek oluşur. Biz de kök salmadan, bir yerde sabırla kalmadan, ne kendimizi büyütebiliriz ne de başka diyarlara yol alabiliriz.
Aslında mesele, beklemenin sıkıcılığı değil; kalmanın dönüştürücü gücüdür. Çünkü yeterince kalmadan, hiçbir yere varılmaz.
Yorumlar
Kalan Karakter: